Küçük kız kardeşi ölüleri gördüğünü iddia ettiğinde Alia, bir medyumdan yardım alır; medyum sayesinde kendisi de çocukluk evlerini saran öç dolu hayaletleri görmeye başlar. Alia'nın hikayesi, öncelikle bir kardeşin diğerine olan sevgisi, koruma içgüdüsü ve çaresizlik üzerine kurulu bir drama gibi başlar. Ancak seyir ilerledikçe, işler hızla karanlık bir yöne kayar ve bu, basit bir kardeş hikayesinden çok daha fazlasını ifade eder hale gelir. Hayatımızı şekillendiren anılar ve geçmiş yaralar üzerine yoğun bir durum analizi yaparız. Alia ve kız kardeşi, çocukluk evlerinin soğuk ve kasvetli koridorlarında yankılanan eski ve gizemli hikayelerle yüzleşirler. Bu hikayeler, onları ailelerinin geçmişiyle ve genellikle görmezden gelinen veya unutulmaya yüz tutmuş sırlarıyla yüzleştirir. Film, sadece varsayımsal korkuların, hayaletlerin ve ölümden sonraki hayatın kesin olmayan varlığı üzerine değil, aynı zamanda aile bağlarını, sevgiyi ve kaybı da irdeliyor. Gizemli bir hava içerisinde sürekli bir heyecan ve korku yaratmayı başaran film, arka plandaki melankolik ve hüzünlü tonları da eksik etmiyor. Alia'nın kendi gözleriyle çocukluk evlerinde beliren hayaletleri ve olayları izlerken, aynı zamanda onun duygusal yolculuğunu da takip ediyoruz. Bu deneyim, hem onun varoluşuna dair sorulara yanıt aradığı, hem de geçmişteki acılarıyla yüzleşerek kendi korkularını aştığı kişisel bir yolculuk haline geliyor. Sonuç olarak; gerilim ve korkuyu bir arada tutmayı başaran, aile ve kardeşler arasındaki ilişkileri dokunaklı bir şekilde ele alan ve aynı zamanda izleyiciye duygusal bir yolculuk sunan bu film, türünün en iyi örneklerinden biri olarak kabul edilebilir.