Regency İngiltere'sinin zarif ve sosyal yapısında, Dashwood kardeşlerin iki genç kızından bahsediyoruz: Elinor ve Marianne. Elinor, ailenin en büyük çocuğu olarak, mantıklı ve pratik bir kişiliğe sahipken, Marianne tam anlamıyla bir romantiktir. Babaları Henry'nin ölüm döşeğinde verdiği aileyi bir arada tutma sözünü yerine getirmek için Elinor, ailenin mali durumu kötüleştiği için bir dizi karar alır. Üvey kardeşleri John'un, paraya düşkün eşi Fanny'nin etkisi altına girip babalarına verdiği sözden döneceğini fark eder. Bu yüzden Elinor, annesi ve kız kardeşleriyle birlikte, Sussex'teki Norland Park'taki görkemli malikanelerinden Devonshire'daki mütevazı Barton Cottage'a taşınmayı planlar. John ve Fanny'nin Londra'da kendi evleri olmasına rağmen, Norland Park'ı ele geçireceklerini ve John'un, üvey kız kardeşleri ve üvey annesinin mali olarak güvende olmasını sağlamayacağını biliyordur. Devonshire'a taşındıklarında, Marianne iki erkeğin romantik ilgisini çeker. Birincisi, kendisine göre çok da romantik olmayan Albay Brandon'dır. Marianne, kendi romantik anlayışlarına daha yakın gördüğü için John Willoughby'yi tercih eder. Diğer yandan, Elinor ailesini öncelikli gördüğünden, Fanny'nin üvey kardeşi Edward Ferrars'a olan hislerini geri plana atar. Edward, hayatında mutluluğu her türlü hırs, kariyer veya mali kazançtan daha önemli gördüğünü belirtse de, Fanny'nin ima ettiği gibi annesi Edward'ı, Elinor ile evlenirse mirastan mahrum bırakabilecek olması nedeniyle, ikisinin bir araya gelmesi zor görünmektedir. Edward, Albay Brandon ve Willoughby'nin sakladıkları sırlar sadece Elinor ve Marianne'ın evlilik şanslarını değil, aynı zamanda hayatlarındaki erkeklere bakış açılarını da etkiler. Bu karmaşık ilişkiler ve duygusal çatışmalar içinde, karakterlerin gerçek mutluluğu bulup bulamayacağı merak konusudur. Film, izleyicilere aşkın ve sadakatin sınandığı bir hikaye sunar.