Ölüm ve şeytanla anlaşma gibi karanlık temaları merkezine alan bir filmle karşılaştık. Ana karakterimiz Robert Wainwright, son nefesini verirken Şeytan'la yaptığı anlaşmanın borcunu hiç ummadığı bir kişiye, uzaklaştığı kızı Morgan'a devreder. İşte tam da burada realizmin sınırlarını aşan bu ürkütücü hikaye başlar. Morgan, adeta bir kâbusa dönüşen hayatında korku dolu bir döngüye kapılır. Bu zorlu süreçte kendisini bir dizi acımasız cinayetin kurbanı olarak bulur, ne var ki bu cinayetlerden hep dirilerek kurtulur. Hikayenin en çarpıcı noktalarından birisi şüphesiz Morgan'ın defalarca ölmesi ve yeniden dirilmesidir. Bu büyülü döngü, izleyiciye adeta bir korku filminden ziyade psikolojik bir gerilim sunmaktadır. Bu durum, filmin klasik korku filmlerinden ayrılan bir yönüdür; çünkü karşımızda sadece kan ve dehşetten ibaret bir hikaye değil, aynı zamanda bir baba-kız ilişkisinin ve bir borcun geçmişten günümüze uzanan karmaşık öyküsü bulunmaktadır. Bu karmaşıklığı ayrıştırmak ve iç içe geçmiş ayrıntıları çözmek izleyiciyi hem heyecanlandırıyor, hem de film boyunca gerilimin dozunun düşmemesini sağlıyor. Morgan karakterinin yaşadığı bu ölüm-dirilme döngüsü, ne yazık ki kişisel bir kurtuluş yolculuğuna dönüşmüyor. Tam aksine, her seferinde yeniden dirilerek daha büyük bir korkuyla yüzleşiyor. Bu tozu dumana katan hikaye, izleyiciyi alıp farklı bir dünyaya götürüyor, öyle ki, insanların normalde tercih etmeyecekleri bir yolculuk olmasına rağmen, bir kez başladığınızda durması neredeyse imkansız bir yolculuk. Aynı zamanda filmin sonuna doğru, Morgan'ın ne olursa olsun dişini sıkıp bu dehşete dayanmaya çalışması ve hayatta kalma savaşı izleyiciyi duygusal bir sürüklenişe de çekiyor. Bu, zorlu bir hayatta kalma hikayesi anlatan sıradışı bir film.