Çin'in tozlu topraklarından, alın teri ile geçinen bir işçinin hayatına odaklanan bu film, derin manevi anlamlar barındırıyor. Bekar babanın çaresizliğine ve sadeliğine odaklanan hikaye, oğlunun eline geçen garip yeni bir oyuncağı aracılığıyla hayat dersleri sunuyor. İlk bakışta sıradan bir oyuncak gibi görünen bu nesne, hikayeyi bambaşka bir yola sürüklüyor. İşçi baba ve oğlunun, bu oyuncak etrafında şekillenen hayatları, acı-tatlı anıları ve dersleriyle gözler önüne seriliyor. Tıpkı bir Çin felsefesi gibi; basit ve derin. Film, içerdiği ekonomik ve sosyal eleştirilerle de çağdaş Çin toplumunun panoramasını çiziyor. Düşük gelirli bir ailenin hayatında büyük bir rol oynayan oyuncak, aslında kapitalist sistemin ve tüketim çılgınlığının sembolü olarak karşımıza çıkıyor. Baba ve oğulun arasındaki ilişki, oyuncak aracılığıyla daha da güçlenirken, izleyici de karakterlerle birlikte aynı duygusal yolculuğa çekiliyor. Söz konusu oyuncak, doğrudan doyuma ulaşmak yerine, bir araç olarak kullanılıyor ve izleyiciye hayatın en değerli anlarının aslında en basit olduğu mesajını veriyor. Gelişen olaylar sonucu, işçi babanın hayat görüşü ve değer yargıları da büyük bir değişim geçiriyor. Bu garip oyuncak, aslında insanın kendi iç yolculuğunda gerekli olan değişim ve dönüşümün bir metaforu olarak öne çıkıyor. Filmin sonu, izleyiciyi sadece umutla değil, aynı zamanda manevi bir tatminle de baş başa bırakıyor. Her ne kadar bir Çin hikayesi olsa da, film evrensel bir dilde, tüm insanların kalplerine dokunmayı başarıyor. İzlemek, düşünmek ve hissetmek için harika bir film.