Sinemanın uçsuz bucaksız dünyasında, bu kez gizemli ve sert bir hikayeye dalıyoruz. Biraz western, biraz da politik drama unsurları barındıran hikaye, izole bir sınır karakolunda geçiyor. Söz konusu karakol, bir kolonyal yöneticinin kontrolü altında ve onun vicdan muhasebesiyle çalkalanıyor. Filmin kilit noktası ise, bir orduevi albayının karakola gelmesiyle birlikte değişir. Albay, bir isyanın habercisi olduğunu düşündüğü yerel halkı sorgulamak için acımasız taktikler kullanmayı planlıyor. İşin içine giren bu yeni ve acımasız zorbalık, yöneticinin kendi etik ve ahlaki değerleriyle çelişiyor. Yönetici, albayın bu vahşi ve gözdağı veren yöntemleri karşısında dehşete düşüyor. İnsanlık dışı bu eylemler karşısında, bireysel vicdanı ve profesyonel görevleri arasında kalakalır. Hikayenin temel çatışması da tam olarak burada, bu vicdan azabı ve insanlık dışı taktiklerin çarpıştığında patlak veriyor. Film, gücün ve ahlaki değerlerin sorgulandığı bu sınır karakolunda geçen olayları çarpıcı bir dille anlatıyor. Bu film, başta politik gerilim ve drama severler olmak üzere sinemaseverlerin gözden kaçırmaması gereken bir eser. Şiddete karşı vicdanın gücünü, etik değerlerin ve insanlık ilkelerinin sorgulandığı bu hikaye, izleyiciyi düşünmeye ve kendi değer yargılarını sorgulamaya zorluyor. Bu nedenle her sinemaseverin izlemesi gereken bir film olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.