Pauline Mitchell, başarılı bir iş kadınıdır. Ancak bir gün ufak tefek şeyleri unutmaya başlar, zamanın nasıl geçtiğini takip edemez hale gelir ve en korkuncu, kocası Aaron’ı tanıyamaz hale gelir. Bu durum karşısında büyük bir endişe içerisine düşen Pauline, annesini de öldüren Alzheimer hastalığını miras almış olabileceğinden korkar. Filmde, Pauline’in yaşadığı bu dönüşüm ve evreler oldukça gerçekçi bir şekilde işleniyor. Pauline’in unuttuğu anıları, eriyip giden belleğinin ona oynadığı oyunlar ve kocası Aaron ile yaşadığı ilişkideki değişimler, herkesin başına gelebilecek bir gerçekliği yüzümüze vuruyor. Alzheimer hastalığının etkilerini, hem hastanın hem de yakın çevresinin gözünden gösterme başarısı, filmi fazlasıyla etkileyici kılıyor. Her ne kadar Pauline’in hikayesi, birçok seyirciyi derinden etkileyip hüzünlendirecek olsa da, hastalığın en derin sancılarına rağmen umudunu ve sevgisini kaybetmeyen bir kadının direnci sergileniyor. Aaron’un hikayesi de aynı şekilde etkileyici. Sevdiği kadının yavaş yavaş değişimini izlemek zorunda kalan bir adamın, bu hastalıkla tanışma ve mücadele süreci hüzünlü ama bir o kadar gerçekçi bir şekilde anlatılıyor. Sonuç olarak, bu film; Alzheimer hastalığının etkilerini, hastaların ve yakın çevrelerinin yaşadıklarını etkileyici bir hikayeyle izleyicilere sunuyor. Başarılı oyunculuk performansları ve gerçekçi kurgusuyla, bu film, izleyiciye hem duygusal bir deneyim sunuyor hem de Alzheimer konusunda farkındalık yaratıyor.