Bir film arşivcisi, erken 1900'lerde gerçekleşen korkunç bir cinayeti gösteren eski bir 16 mm'lik film makarası verildikten sonra aklının parçalandığını hissetmeye başlar. Bu, geçmişin sisli koridorlarından sürüklenen, kâbuslarla dolu bir yolculuğun başlangıcı olur. Arşivci, ilk başta bu makarayı bir cinayet delili veya sıra dışı bir keşif olarak görmez. Bilakis, sadece geçmişe ait bir parça, belki de bir tarih öğretmeni için ilginç bir bilgi kaynağı olarak kabul eder. Ancak, filmi izledikçe ve cinayetin etkileyici ve acımasız sahneleri karanlık odasında yankılandıkça, eski bir açmazla yüzleşmek zorunda kalır. Bu makara, 20. yüzyılın başlarının karanlık taraflarını ve insanlığın dehşet verici yüzünü ortaya çıkaran bir belge niteliği taşır. Arşivci, aynı zamanda, izledikçe kendi aklının dengesini yitiren bir dramın da kahramanıdır. Unutulmuş bir cinayeti ve belki de unutmamız gereken bazı şeylerin hatırlatıcısı olan bu film makarası, hem onun aklını hem de kalbini sarsar. Bir tarih araştırmacısının naif dünyası ve bir cinayetin dehşeti arasındaki bu çatışma, izleyicinin aklında derin izler bırakır. Korku ve gerilim unsurlarının ustaca harmanlandığı bu hikaye, insan psikolojisi ve geçmişin karanlık yüzü hakkında derin bir inceleme sunar. Film arşivcisinin bu korkunç süreci izlerken duygusal ve psikolojik çöküşü, sinemanın kısa ve öz bir yorumu olarak karşımıza çıkar.